Türkiye'nin Agatha Christie'sinden bir efsane daha olmuş. Adeta kelimelerle dans ediyor Ahmet Ümit. Bir romana üç dört konu birden sıkıştırıp, hepsini de usta bir şekilde yönetmek büyük bir maharet işidir. Bu yüzden Türkiye'nin Agatha Christie'si diyorlar zaten.
Bir yandan gazetecilik mesleğinin zorluklarına ve çekilen sıkıntılara yer verirken, diğer yandan Türkiye'deki çete gerçeğine dem vurmak kolay değil. Ahmet Ümit'in kötü yönleri yok değil mi? Elbetteki var ve tahminim birçok okuru da bu yönleri dolayısıyla serzenişte bulunuyorlardır.
Öncelikle yoğun bir alkollü içeçek takıntısı ve sigaraya karşı olan bağımlılık. Belki çok daha ferah olacak olan bir romanı, kasvetli bir havayla boğmanın mantığı illaki vardır ama ben anlayamadım. Açıkçası hoşumada gittiğini söyleyemem. Kelimelerin arasına çok fazla bir şekilde kasvet sokuyor ve bir noktadan sonra insanı boğmaya başlıyor. İnsanın yüreği sıkılıyor.
Diğer konu ise bazı tasvirlerde çok uzatıyor ve o satırları atlamak zorunda kalıyor insan. Tasvir iyidir, hoştur ve güzeldir. Okuyan kişinin hayal gücünde büyük bir etki bırakır ve adeta o satırların arasına gömülürsünüz ancak tadında bırakmak lazım.
Gelelim romana;
Hikaye, yılların başarılı gazetecisinin büyük bir şok yaşamasıyla başlıyor. Zamanın Cağloğlu yokuşunda bulunan Babı Ali'nin, camlı plazalarda ruhsuzluğa terkedilmesinin anlatımıyla başlayan romanda, Adnan manyetik kartının çalışmadığı görerek, işten kovulduğunu hatırlar ve içten içe yedirememezlik duygusuyla ruhsuz camlı binayı terk eder.
![]() |
Adnan'ın sık bahsettiği ve titizlendi o meşhur klasik araba. |
Son zamanlarında alkole ve sigaraya olan düşkünlüğü sebebiyle mesleğinde gözden düşmüştür ve artık sadece günü idare etmektedir. Zaten kovulacağını az çok tahmin etmektedir. Ancak yine de kendisine yedirememez. Nerededir o yazı işleri müdürünün odasına çağırılıp da mertçe kovulmalar. Şimdi kart iptal ediliyor ve adeta sahipsiz köpek gibi sokakta kalıveriyor insan diye hayıflanmaktadır.
Ancak yapacak birşey yoktur. Artık zaman değiştirmiştir ve teknolojinin hızına ayak uydurmaya çalışan gazetecilik sektörü de adeta kabuk değiştirmektedir. Adanan her zaman yaptığı gibi teselliyi yine alkolde arayacaktır.
Fakat o yolda ilerlerken farklı bir gelişme olur ve yıllardır görüşmediği üvey kardeşi Doğan markette karşısına çıkar. Tesadüf mü yoksa kasten mi olduğu konusunda aklında şüpheleri olsa da, kardeşinin anlıttıkları şeyler onu derinden etkileycektir.
Türkiye'nin gizli yakın tarihine ışık tutmaktadır neredeyse. Karanlık güçlerin, devlet adına iş yapan çetelerin, Susurluk gibi olayların adım geçmektedir anlattıklarında ve bir konuda kendisinden destek istemektedir. Kendisinin dış sesi olarak haber yapmasını arzu etmektedir. Kendisinin tehlikede olduğunu da ekleyiverir ve vaktinin olmadığını söyler. Detaylar ise ancak karar verdikten sonra gelecektir.
![]() |
Ahmet Ümit |
Adnan ikilem arasındadır. Görüş olarak kendisinden taban tabana zıt üvey kardeşinin önüne altın tepside sunduğu bir haber vardır. Bu haber sonrası kendisinin tekrar eski günlerine dönme ihtimali de vardır ayrıca. Ancak kardeşine güvenmemektedir ve ilgilenmemeye karar verir. Gazeteden atılması sonrası doğacak tazminat hakkına bel bağlamaktadır.
Fakat olaylık beklediği gibi gerçekleşmez ve olaylar onu da bu tehlikeli çete sarmalının içine çeker. Artık kardeşinin içinde bulunduğu durumu aydınlatmaya çalışırken, kardeşinin öldürülmesini de araştırmak zorundadır. Ancak her zaman olduğu gibi istihbarat ve emniyet güçlerinin de arasında kalacaktır.
Heyecanlı ve sürükleyici bir roman. Başından ayrılmakta zorlanacağız ve soluksuz okuyacaksınız. Ufak bir tavsiye, tasvir kısımlarında önemli bir detay yoksa atlıyverin. Eğer siz de benim gibi düşünüyorsanız, yoğun buhran ve kasvet havasının bulunduğu paragraflar da sıkabilir uyarmadı demeyin.
İyi okumalar...
Kitabın Künyesi
Adı: Kukla
Yazarı: Ahmet Ümit
Türü: Polisiye
Yayınevi: Everest Yayınları
Son Baskı: 2012
Sayfa Sayısı: 690
Kitabın Tanıtım Yazısı
Yıllar sonra karşılaşan iki üvey kardeş. Karanlık güçlerin tetikçisi Doğan... Yaşamın anlamını alkolde arayan eski gazeteci Adnan. Onların yaşamlarından Türkiye'nin yakın tarihi. Gündelik hayatımızı alt üst eden entrikalar, cinayetler, komplolar... Hep sözü edilen ama bir türlü gün ışığına çıkarılamayan o derin devlet. Gizli örgütler, idealist gençler, çıkarcı gazeteciler... Ergenekon'un yıllar önce yazılan romanı.
'Yaşam, kaybetmeyi öğrenmektir... Kaybetme maceramız daha ana karnından çıktığımızda başlar. Hiç emek harcamadan hüküm sürdüğümüz, dünyanın en güvenli, en yumuşak korunağını, ana rahmini kaybederiz önce. Bizden intikam almak için bekleyen dünya, sanki niye çıktın oradan dercesine, gözlerimizi yakan ışıkları, kulaklarımızı tırmalayan gürültüsü, sıcağı, soğuğu, açlığı, kiri, hastalığıyla saldırır üzerimize. Ama biz de öyle kolay kolay pes etmeyiz. Kaybettiklerimizin yerine anında başka bir şey koyarız. Hem cennetimizi yitirsek de o kutsal yerin sahibi olan annemiz bizimledir, üstelik yanında bir de baba verilmiştir emrimize. Dışarıdaki dünyaya alışmaya başlayınca, kaybettiğimiz cenneti hemen unutuveririz. Ancak büyüdükçe, bize gösterilen ilgi günden güne azalır. Azalan ilgi dünyanın bizden ibaret olmadığını gösteren bir uyarıdır aslında. Ama bu uyarıyı görmezden geliriz. Düşler kurar, hayaller uydurur, kaybettiklerimizin yerine yenilerini koyarak dünyayı kendimiz sanmayı, bu güzel yalana kanmayı sürdürürüz."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder